Uzun, ince bir yoldayım...

Lilypie Fourth Birthday tickers
Lilypie Maternity tickers

27 Aralık 2009 Pazar

23 Aralık 2009 Çarşamba

Yılbaşı hediyemiz geldi :)



Sevgili Deniz ve Zeynep ablama çok teşekkür ediyorum. Çok sevimli oyuncağım ve özellikle annemi kırmayarak gönderdiğiniz, sizi somutlaştırabilmemi sağlayan kutlama kartı için. Oyuncağımla el-göz koordinasyonumu artırabileceğim. Ve artık yıllar geçip, algım arttığında da hatırlayabileceğim o güzel, gülen yüzlerinizi.
Çok teşekkür ederim. Mutlu yıllar diliyorum.

21 Aralık 2009 Pazartesi

Eylül ablama...

Grupta sevgili anneler, biz çocukları için güzel bir etkinliğe imza attılar: yeni yıl için hediye çekilişi...

Çekiliş yapıldı; anne-çocuklar birbirlerine çıktılar. Ben Niğde'den Eylül ablam için hediye aldım. Annem bugün paketledi, süsledi. Fotpğrafımızı da bir Unicef kartına iliştirdi. Hemen gönderecek.

Umarım beğenirsin, Eylül abla.

18 Aralık 2009 Cuma

B.E.Ö: "Fotoğraf"

Bu haftanın BEÖ aktivitesi fotoğrafmış. Annem fotoğraf çekmeyi çok seviyor, ben de kamerayla oynamayı.

Annem bana bir fotoğraf albümü hazırlamıştı. Tüm sevdiklerim o albümün içinde yer alıyor: büyükannem, babaannem, dedem, anneannem, dayım, amcam, teyzem, halam, annem, babam ve daha niceleri...

Annem, tüm sevdiklerimi, özellikle uzakta olanları unutmamam için bu albümü hazırladı. Her gün beraber 10 dakika bakıyoruz; sonra bana bırakıyor, ben yapraklarını çeviriyorum. Şöyle:

Faydalar: Yabancı kişileri yadırgama dönemini atlatma, ince motor hareketleri, konsantrasyon

Not: Bu aktivitenin farklı bir yorumunu Montessori Eğitimi mail grubunun blogunda okuyabilirsiniz.

11 Aralık 2009 Cuma

Ve nihayet cevabımız: 6. hastalık

Dün akşam yedide doktor amcam beni yeniden muayene etti. Karnımda ve alnımda günün başında başlayan pıtır pıtır pembe noktalar, biraz daha belirginleşip pembe parçalar haline gelmeye başlamıştı.

Doktor amcam, 6.hastalık olmasa da, başka bir virüsün buna neden olabileceğini söyledi. Bunun bir testi olmadığı için, 6.hastalık diyerek konuyu kapatıyoruz. İshalin nedeni, antibiyotikmiş. Ateşim her sağlıklı bebek gibi 36,7C. Çok mutluyuz.

Annem çok düşündü; bu süre boyunca hep bir hata, zayıflık aradı. Neyi yanlış yapmıştı:
emeklemeye başladım; yerler temiz mi değildi?
dişlerim kaşınıyor; ağzıma aldığım diş kaşıyıcıları mikroplu muydu?
yeni tatlardan hoşlanıyorum; tattırdığı şeylerden mikrop mu kaptım?
çok mu serbest hareket ediyordum?
Dersini aldı. Bu korku, ona fazlasıyla yetti.

Bir fırtına geçti üzerimizden, şimdi iyiyiz. Artık toparlanma vakti.

Bendeki değişimler:
- Kaşık = İlaç; ek gıda almayacağım.
- Su = İşkence; suya elimi sürmem.
- Soyunmak = Üşümek; hayır, üzerimdekilerden gayet memnunum.
- Gözyaşı = Mükemmel silah; her fırsatta başvuracağım.

Bugün evde annem beni rehabilite etmeye başladı. Bu maddelerin üzerinden tek tek geçip, beni eski ben yapmaya çalışacak.

10 Aralık 2009 Perşembe

5. gün

Bu gece ateşim düşmeye başladı. 37lerde... İlaç aralarım arttı. Rahat uyudum. Sabahleyin kaka kültürümün sonucu geldi: negatif. Antibiyotik gereksizmiş; ama başladığım için 2 gün daha birer doz almam gerekiyor.

Bugün kendimi biraz daha canlı hissediyorum. Annem yerde yürüyebileyim diye bana ayakkabı almış. Yeni tulumlar, oyuncaklar falan derken, bana yaradı mı ne bu hastane olayı :)

Burada tek sevmediğim şey, şırıngayla ağzıma doldurulan şuruplar. Onlar da bir bitse, ne güzel olacak.

Gülümseyebiliyorum bugün. Ama artık evimize gidelim.

9 Aralık 2009 Çarşamba

4. gün

Bu gece çok korktuk. Ateşim çok yükseldi ve kontrol altına almak çok zor oldu. Gece 1 gibi titremeye başladım. Annem hemşireleri çağırdı. Ateşim düşsün diye duş aldırdılar. Sabaha kadar buz kompresleri yapıldı. Çığlıklarım yine yerini teslimiyeti bıraktı. Sabahı zor ettik. Babam hep başımdaydı, annem dün geceden dolayı yorgundu, babam onu rahatsız etmek istemedi.

Sabahtan anneannem koşarak hastaneye geldi. Halimi görünce hem üzüldü hem de biraz olsun rahatladı. Uzaktayken daha çok merak ediyormuş.

Annem isyanlarda. Hala nedenini söylemiyorlar, bulamıyorlar. Bugün domuz gribi testi yapıldı; hemen muamele değişti, maskeler falan takmaya başladı hemşire ablalar. Test sonucu hemen geldi: negatif. Maskeler çıktı.

Ateşin seyri düzensiz olduğu için, nöbetçi doktor, doktor amcamla konuşup antibiyotiğe başlamamı sağladı. Bir işe yarayacak mı bilmiyoruz. Yalnız ishal başladı bende. Annem de kaka tahlilimin de yapılmasını ısrar etti. Doktora danışıp örnek aldılar. Başka bir tahlil, yine bekleme...

Odada yorulmaya ve sıkılmaya başladım. Yorgunum, bitkinim; bu yüzden huysuzum. İsteklerimi ağlayarak belirtmeye başladım. Ağlayınca, istediğim hemen oluyor; sihirli bir hareketmiş.

Annem korkuyor: 5 güne az kaldı, hala geçmedi.

8 Aralık 2009 Salı

3. gün

Bu gece biraz rahattık. Oda çok soğuktu, galiba o yüzden ateşim kontrolden çıkmadı. Annem çok üşüdü ama benim için herşeyi yapar. Ateş yine de şurupla 38in üstünde kalıyor. Artık neden olduğunu da merak etmeye başladık.

Süzülmeye başladım, iki gün önceye göre 120gr vermişim. Yalnızca anne sütü alıyorum. Buna da şükür, aç değilim en azından.

Anneannem yolda; dayanamadı yanımıza geliyor, dedemi bırakıp.

İdrar kültürü sonucu negatif; yani enfeksiyon yok. Nihayet.. Emine teyzem ve Kemal dayım telefondan, ısrarla antibiyotik başlamamız gerektiğini söylüyor. Ama doktor amcam, bakteriyel bir durum olmadığı için karaciğerimi boşuna yormak istemiyor.

Annem de, vücudum zayıf düşmüşken, domuz gribi olmamdan korkuyor.

BabyTV'ye seyretmeye başladım. Çok ilgimi çekmiyor. Annemin canı sıkkın; her hastalık çocukta bir huy bırakırmış. Korkuyor, TV alışkanlık olursa. Yanlış anlamayın, ben de değil, onlarda: ya kolayına kaçıp bana TV seyrettirirlerse...

Bekliyoruz. Hala hastanedeyiz.

7 Aralık 2009 Pazartesi

2. gün

Bu gece de çok zor geçti. Ateşim şiddetlendi. Doktorumuzu aradık, Novalgine alın, İbufen ile dönüşümlü kullanın demişti. Denedik, yine de ateşimiz düşmedi.

Yeniden ılık duş ve küvet yaptık. Ben yine çok ağladım. Çok zordu. Ama düne göre su daha insaflıydı. Anladık ki, duşa girmeden ateşim düşmüyordu.

Sabah yeniden doktora gittik. Hem kan tahlili yaptıracak hem de doktor amcama kontrol ettirecektik. Kan alma işlemi çok zordu. Tombik ellerimden damarı görmek mümkün olmadığından, canım çok acıdı. Sonunda bileğimin içinden damara ulaşıp çektiler. İlk önce çığlıklar atıyordum, sonra yoruldum ve teslim oldum; gözlerim sabit bir noktaya bakarak gözümün kenarından yaş akıtmaya devam ediyordum. Annem ve babam beni kurtaramıyor, bir köşede ağlıyorlardı.

Tahlil sonucunu beklemek üzere hastanede kaldık. O arada yeniden tahlil için idrar istediler. Epey uzun sürdü bu sefer. Sonunda babam, yatış yapalım istedi.

Bu gece hastanedeyiz. Tahlil sonuçları geldi, lökosit yok. Demek ki, enfeksiyon değilmiş. Doktor amcam dedi ki: virutik bir şeye benziyor, eğer 5 günde geçmezse cevabımızı başka yerlerde arayacağız.

Annem ve babam neredeyse hiç uyumuyorlar. Belki bu gece rahat ederler. 2 saatte bir hemşire ablalar beni kontrol edecekler; daha güvende olacağız.

İyi geceler...

6 Aralık 2009 Pazar

1. gün

Bu gece Ali Dayım ve Ebru teyzem evlendiler. Biz de düğünlerine katıldık. Herşey çok ama çok güzeldi. Üstelik Ali Dayım ve Ebru teyzem, slaytshowlarında bana da yer vermişler.

Annemle, babamla dans ettik. Babannemin kucağında uyudum, dedem bana yemeklerden tattırdı.

Eve 11 gibi döndük. Annem hafiften bir ateşim olduğunu farketti. Emzirdi, uyuttu beni. Belki diştir ya da belki de üşüttüm mü acaba...

Gece 3.30da beslenme için uyandığımda, annem panik oldu. Çünkü alev içinde yanıyordum. Hemen üstümü çıkardı, babamı uyandırdı. Babam, Emine teyzemi çağırdı. O arada annem ateşimi ölçtü: 40,3. Beni iyice uyandırdılar, sonra da şurup verdiler. Havale geçirmemden korktukları için daha radikal çözüme başvurdular: soğuk duş. Annem ılık diye biliyordu ama doktor olunca yanımızda, onun dediği olacaktı. Ben çok titredim, çok ağladım, çok yoruldum. Duşun ardından küvete oturttular. Dedem ve babannem de çok korktular. Bana destek olmak için yanımdaydılar, elimi tuttular, oyuncak verdiler, şarkı söylediler.

Ateşim düşünce uykuya girdik. Sabaha kadar sorun olmadı bir daha.

Sabah olunca yeniden ateş yükselmeye başladı. Diş çıkarma ihtimalim kalmamıştı; hangi dişte 40 derece ateş olur ki... Anneannem ve dedem duyar duymaz geldiler; o gün evlerine döneceklerdi, bir kez daha beni gördüler. Ananemin ısrarıyla hastaneye gittik.

Hastanede doktor teyze, ateşime baktı, kilomu ölçtü, şurup verdi, dedi ki: Ya 6. hastalık ya da idrar yolları enfeksiyonu. Ardından yaklaşık bir saat daha çiş yapmamı bekledik. İdrar tahlili temiz çıktı, lökosit yoktu; ama enfeksiyon gelişebilir diye kültüre de yolladılar. Sonra da eve geldik.


Gittikçe halsizleşmeye başladım. Ek gıdayı canım istemez oldu. Annem yardımıma koştu; süt miktarı hemen arttı, ben de daha sık emmeye başladım.

Geceye uyuyarak girdim.

4 Aralık 2009 Cuma

Maclaren ve Sersa İthalat

Daha önceki postumun ardından bir süre sessizlik oldu. Taa ki Aralık ayının 3'üne kadar. Mailboxımda Sersa İthalat'tan gelen maili okuyunca yüzüm güldü:
İyi Günler,
İstemiş olduğunuz Maclaren güvenlik kitleri elimize ulaşmıştır.Adres ve bebek arabanızın hangi model olduğu bilgilerini bizimle paylaşırsanız hemen size de gönderebiliriz.
Saygılarımızla...

Gereken bilgileri kendilerine ilettim ve ertesi gün güvenlik kiti elime geçti. Çok basit bir aparat, aslında kılıf bile denebilir. Parmak sıkışmasını önlemek için arabanın katlama yerine denk gelen ve onu saran fermuarlı küçük bir çift kılıf üretmişler. Bana düşen, onları takmak oldu.
Sorumlu ve özenli davranışınız için teşekkürler, Sersa İthalat...

Annem der ki: "Kötü" anne

Bugün moralim çok bozuk. Başarısızlık hissi tüm ruhumu sardı.

Gece her zamanki gibi aşkıma uyku öğününü verdim. Uykusunu bölmeden huzurla uyudu. Ben biraz da süt depoladım, Tracy okudum ve yine gece 1'de yattım. Tüm haftanın yorgunluğu ile zor bile dayandım. Sabah 4 buçukta uyandı bebişim ve ben şşş-pat ile uyutmaya çalıştım; olmadı. Yatağıma aldım. Ben uykuya girdim, kızımı hatırlamıyorum.

5 buçukta bir çığlıkla uyandık. Ne olduğunu anlamadık. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu bebeğim. Uyandırmak 5 dakikamızı aldı; hıçkırıklarının geçmesi ise daha uzun sürdü. Sarıldım, sımsıkı sarıldım; olmadı. Babası sardı onu; sustu, dinginleşti. Yatağımıza yine yatırdık. Emmek istedi. Ben yine uykuya teslim oldum.

Sabah baba kalktı yataktan. Ben uyumaya devam ettim. Hala uyuyorum. Kızım da uyuyor. Kızım uyanmış; ben uyuyorum. Ve olan oldu, kızımın canı yandı; canımdan can aldı...

Şu saate kadar her anı adım adım düşünüyorum: Kızımı 4 buçukta beslemiş olsaydım, 5 buçukta çığlık atarak uyanmayacaktı. Yatağıma almasaydım, canı yanmayacaktı. Bedenim uykuya teslim olsa da, beynim çalışmaya devam ediyordu: bilinçaltım uyku öğününden sonra süt depoladığım için sütüm olmayacağını düşündürerek sonraki öğünü atlamama neden oldu. Yatağıma aldığımda, hala beslemek aklımda yoktu. 1 saat sonraki uyanmasında da, farkında olmadan emzirdim; sabah hatırlamıyordum. Sabah ondan önce uyanmalıydım; zihnim berrak olmalıydı; onu korumalıydım. Hatta acaba çığlıklarına ben mi neden oldum; ona zarar mı verdim, onu bile hatırlamıyorum.

Ben hiç böyle olmadım! Hiç böyle ilgisiz, dikkatsiz kalmadım. Kızımı hiç aç bırakmadım. Bana ne oldu böyle?!

Bugün kötü anneyim. Kızım, babası; sizden çok özür dilerim.

3 Aralık 2009 Perşembe

Annem ve babamın kaçırdıkları...

Tüm gün ben evdeyim, teyzem benimle. Oysa annem ve babam işlerindeler. Tüm anlarımı kaçırıyorlar. Eskiden o kadar önemli değildi ama vakit geçtikçe, ben tüm enerjimi harcamaya başlamışken, her dakikanın ayrı bir değeri oluyor.

Dün ilk defa yerde, bi-fiil emekledim; hızlı hızlı; kurulmuş oyuncak araba gibi tırrrr tırrrrr... Akşam olunca babaannem babama, babam da eve gelir gelmez anneme anlattı ballandıra ballandıra. Her ikisi de görmek için sabırsızlandılar.

Sonra ben annemin yanaklarını ısırıp koynuna girdim. Emdim, güldüm, emdim. O kadar yorulmuşum ki, hemen uykuya girdim...

27 Kasım 2009 Cuma

Benim de bayram hediyem var

Bugün bayram olduğu için erkenden, sabah 7'de değil, 6'da uyandım. Annem geceden uykusuzdu; babamla vakit geçirdik.

Sabah kahvaltımızı dedem ve babaannemle yaptık. Benim uykum geldi ama çok az uyudum. Bu aralar gündüz uykum epey azaldı; canım hiç istemiyor. Akşam da 8 olmadan uyuyakalıyorum. Oysa ki gündüz uyusam, akşam ailemle daha fazla vakit geçirebilirim.

Uyandıktan sonra yine oyun oynadık. Yürümeyi çok seviyorum ya, evi turladık birkaç kere. Sütlü, pekmezli tahılımı yedim, suyumu içtim. Annem beni yine rahat bırakmadı, gözlerimi kaşıdığım gözünden kaçmadı; doğru yatağa...

Annem uyursam, günümü daha rahat geçirebileceğimi söylüyor. Bugün dayıma gideceğiz; öncesinde enerji toplamalıymışım.

Neyse ben uyumadım... Ama annemle babamı çok mutlu edecek, uykusuzluğumu onlara unutturacak, ömür boyu hatırlanacak bir hediye verdim:

Bayram şekeri: Montessori aktiviteleri nasıl uygulanır?

Esra'nın postu sayesinde Montessori'nin uygulama videolarına ulaşabilirsiniz.

Hepimize mutlu, keyifli bayramlar diliyorum...

21 Kasım 2009 Cumartesi

Kahvaltı keyfi

Son 2 haftadır kahvaltı yapıyorum. Peynir, pekmez, bisküvi/ekmek serisinin yanına geçen hafta yumurta da eklendi.

7.aya girerken, annem beyaz peynirle beni tanıştırdı. Ezerek parmakla verdi. Yadırgamadım. Pütürlü gıdada hiç sıkıntı yaşamıyorum, şimdilik. Bakalım, köftelere başlayınca ne olacak?

Demir takviyesi için doktorum ilaç vermemişti; pekmez yeter demişti. Evdeki nefis dut pekmezi bitmek üzere; babaannem dut pekmezi getirdi neyse ki. Geçen hafta yumurta sarısına 1/8 ölçülerde başlamıştım. Bu hafta 1/4e yükseldim. Gelecek hafta 1/2 olacak; 8.ay biterken bir bütün yumurta sarısını yiyebiliyor olacağım.

Bugün Mehveş teyzemle dışarıda kahvaltı yaptık. Yumurta, pekmez ve peynir karışımı nefis... Hele ailemle ve sevdiklerimle beraber yemek yemek, yeter de artar bile.

Vakit çok keyifli geçti. Bir ara uyudum bile.

Sonra da ekolojik pazara gittik.

Pazarda bir amca bana kavun dilimi verdi. Ben o dilimi yedim, yuttum. Nefisti. Kavunu sevdim. Annem bu sefer can eriği de buldu; bu hafta yeni bir meyve tadacağım. Ayrıca ilk kez ıspanak yiyeceğim.

Akşam olunca, Mehveş teyzemle yine çok güzel vakit geçirdik. O bana kitap okudu, ben ona güldüm...


Burada Limon'u öpüyorum.
Yarın teyzem dönecek Brüksele; ben de yine gelmesini bekleyeceğim. Söz verdi; benim kendisini unutmama izin vermeyecek.

20 Kasım 2009 Cuma

Babamın doğumgünü ve bir kaçamak

Babacığımın 15 Kasım Pazar günü doğumgünüydü. Sıradan bir gün olarak başlamadı. Uyanır uyanmaz "mutlu yıllar" şarkısını söyledik annemle. Ben el çırptım, "hıhhı-hhı" diye sayıkladım ama babam çok mutlu oldu.

Günün ortasında Zeynep teyzem evimize geldi. Allah Allah, anlamadım önce. Bugün haftasonu değil miydi? Annem, babam da evde; muhabetteyiz üstelik. Biraz da uyku sersemliği tabii.

Sonra annem ve babam giyinip dışarı çıktılar. İki saat kadar yoklardı evde. Ben de teyzemle oynadım, beslendim.

Annemler geldi, ellerinde bir CD vardı. Hemen ellerini vs. iyice yıkadılar sonra da uzun uzun beni öptüler. Ardından CDyi bilgisayara yükleyip ne yaptıklarını gösterdiler.

Yunuslarla yüzmüşlerdi. Süpeer! Her ne kadar ne demek olduğunu anlamasam da :)

Annem, babama özel bir hediye yapmak istemiş ve Dolphinarium'da yunuslarla yüzme imkanı olduğunu öğrenmiş. Bir randevu alarak gitmişler. Onlar çok mutlulardı. Babam kolunu incitmiş, öpmek istedim, iyileşsin diye. Acıyormuş canı; çok üzüldük. Annem de pişman oldu ama babam mutlu. Çok güzel bir deneyimmiş ve her anında ikisi de beni düşünmüş. Benim biraz daha büyümem gerekiyor, sonra beni de götürecekler.






Yunuslar çok şirinlermiş, 4 tane birbirinden oyuncu yunus (hatta biri de yavru! benim gibi)... Ama bir havuzda kalakalmaları, aşırı klorlu suda yaşıyor olmaları annem ve babamı üzmüş. İyi beslendiklerini ve bakıldıklarını görerek buruk bir mutluluk duymuşlar. Diğer yandan, hala Kuzey ülkelerinde yunuslar ve balinalar, kah zevk kah ticaret için vahşice katledilirken, burada insan himayesinde yetişmeleri çok da göze batmıyor. Sağlıklı şekilde, iyi koşullarda ve iyi niyetle olduğu sürece, tabii.

14 Kasım 2009 Cumartesi

İlk Montessori materyalim


Annecim, ilk Montessori materyalinin siparişini 25 Ekim'de e.bay'den vermişti. Amerika'dan gelecekti. Aslında pek ümitli değildi: ulaşır mı, gümrüğe takılır mı, kaliteli mi, vs.

Neyse, işte, sonunda evimizde, elimizde. Annem materyali benimle tanıştırdı ama sunumu henüz yapmadı. Evdeki şenşakrak günlerin durulmasını bekliyor.

İlk materyalimiz, object permanence box oldu. Bir varmış, bir yokmuş; peek-a-boo, where's the baby, gukk-ceee derken; Montessori sistemine de uygun olarak varlıkların daimi olduğunu öğrenmenin yolu: Bir varlık gözden kaybolabilir, sesi duyulmayabilir, dokunulamayabilir ama hala vardır. Mesela, annem/babam sabah işe gider, akşam döner; yani annemi/babamı göremem, kokusunu ve sesini duyamam, saçına dokunamam ama annem/babam hala annemdir, babamdır; akşam geleceklerdir. Şimdilik bu fenomeni kafama takmıyorum ama iki gün önceki hislerim kayda değerdi. Annem kapıda üstünü giyindi, sırtını döndü; teyzemin kucağından doğru paltosunun kemerine yapıştım ve onu kendime çektim. Kucağına atladım hemen. O da öptü, kokladı, öptü beni. Her seferinde anlattığı gibi, gideceğini ama akşam geleceğini; yine buluşacağımızı anlattı.

Bu materyalle deneyimimiz acaba nasıl olacak, merak ediyoruz.

Materyalin kalitesine gelince.. Kesimi güvenlik açısında başarılı, cilası kesinlikle kokmuyor, topunun hava delikli olması tadına bakmak istediğimde sıkıntı yaratmayacak; yalnızca içindeki rampanın eğimi az daha fazla olmalıymış.

Faydalar: Maddenin daimi varlığını öğrenme, el-göz koordinasyonunu güçlendirme

11 Kasım 2009 Çarşamba

Annem diyor ki: Bir Maclaren deneyimi

İki hafta önce, teyzemizin isteğiyle, baston puset aldık. En iyisi olsun istedik ve Maclaren'de karar kıldık. Onca paraya rağmen, iyi bir karar verdiğimizi düşünüyorduk ki; Salı günü gelen bir haberle şaşırdık, kaldık.

Maclaren'in 1999'dan beri piyasada varolan 1 milyon adet baston pusetinde güvenlik sorunu var-mış.



Önce e-bebek'e başvurmayı düşündüm. Webte şöyle bir bilgilendirme yapmışlardı.

Hemen internette Maclaren distribütörünü araştırdım: Sersa İthalat. Telefonla kendilerine ulaştım. Maalesef durum beklediğim gibiydi: haberler, asılsızmış; Maclaren bu kararı kendi programı kapsamında ele almış; ürünlerde herhangi bir sakıncalı durum yokmuş.

İtirazımı dile getirdim. İngilizce bildiğimi, ilgili web sitelerinde yer alan bilginin doğru olduğunu düşündüğümü belirttim; güvenlik kitinin tarafıma gönderilmesini talep ettim. Maclaren, güvenlik kitinin yalnızca Amerika için geçerli olduğunu dile getirmiş. Aman ne güzel değil mi? Yoksa biz DNA'sı sahte olan ürünleri yiyip içen, sağlığı riske atan içerikli aşıları kullanan, tarımcılığı ve hayvancılığının bugünü/yarını el'lerde olan, insan sağlığının hatta varlığının öneminin pek olmadığı 3.sınıf bir ülke miyiz? Geçmiş olsun, bize o zaman.

Sersa, bana e-mail gönderdi ve gözlerime inanamadım bir daha. Gerçekten de Maclaren, antetli bir belgede dünya distribütörlerine, ürünlerde hata olmadığı, ürünlerin dahili bir program kapsamında değerlendirilip güvenlik kiti hazırlandığı yazıyordu. Ben de onlara bir cevap yazdım:

Merhaba,

Hızlı geri dönüşünüz için çok teşekkürler.

İlgili dokümanda MacLaren’in belirttiğinin aksine, kendi web sayfasında hatalı ürünleri Amerikan Hükümeti’nin Ürün Güvenliği Komisyonu tarafından kararlaştırıldığı ve Maclaren'in gönüllü olarak ürünleri geri çağırdığı ifade edilmekte. İlgili link şöyledir:
http://recall.maclarenbaby.com/

Diğer yandan aynı sayfada bu Komisyonun yaptığı Kamu Duyurusu’na doğrudan link verilmiştir:
www.cpsc.gov/cpscpub/prerel/prhtml10/10033.html
Bu sayfada başka bir bilgilendirmeye kadar, bu ürünlerin kullanılmaması gerektiği belirtilmektedir. Nedeni ise açıklanmaktadır:
Hazard: The stroller’s hinge mechanism poses a fingertip amputation and laceration hazard to the child when the consumer is unfolding/opening the stroller.
Incidents/Injuries: The firm has received 15 reports of children placing their finger in the stroller’s hinge mechanism, resulting in 12 reports of fingertip amputations in the United States.
Bu ifadede pusetin açılıp kapatılması sırasında parmak sıkışması ve kopması yaşandığı belirtilmekte; 15 vakanın 12’sinde durumun parmak kopması ile sonuçlandığı ifade edilmektedir.

Maclaren'in, kendi ülkesi dışında, satış yaptığı ülkelerin çocuklarına ve velilerine karşı duyarsızlığını esefle karşılıyorum. Yapmış olduğunuz bilgilendirme ışığında, MacLaren firması ile yazışacağım. Duyarlı bir firma olarak tek yapması gereken, Amerika’da söz konusu güvenlik kitini ailelere gönderirken, bizim gibi ülkelerde de aynı uygulamayı gerçekleştirmek.

Bu ne kadar zor olabilir?

Neyse ki ürünü yeni almıştık. Hemen satıcı firmaya da iade edeceğiz.

Teşekkürler, iyi çalışmalar.


Maclaren ile henüz yazışmadım. Sizi de haberdar ederim.

NOT: Sonraki gelişmeler için burayı okuyun.

31 Ekim 2009 Cumartesi

Kendi kendine yeten küçük insan

Bugün bir hareketi daha öğrendim; artık kendi kendime oturabiliyorum. Emekleme pozisyonundayken, sağ dizimi ayağımın üzerinde durarak yerden kaldırıyorum; popomun üzerine gövdemi geri doğru geriyorum; diğer ayağımı da kurtarınca, ohh oturmak pek güzel :)

30 Ekim 2009 Cuma

Pofuduk yastıklarım

Annem ilk el yapımı materyallerimi hazırladı.



Annem, bu yastıkları çok amaçlı olarak düşündü. Farklı dokularda, farklı renklerde ve farklı şekillerde, çift olarak hazırladı.

Şimdilik aktivitelerimiz basit:
İlk olarak bana tek tek sunuyor. Ben de elimle tutuyor, ağzımla tadına bakıyorum ve dokusunu hissediyorum. Ardından iki farklı yastığı önüme koyuyor. Ben de ikisi arasındaki renk ve doku farkını anlamaya çalışıyorum.

Faydalar: dokunma hissinin gelişmesi, farklılıkları farketme, ince motor hareketleri

Aktiviteyle ilgili fotoğrafları ayrıca paylaşacağım.

29 Ekim 2009 Perşembe

Kendi odamda uykuyu ararken...

Bu gece ilk defa kendi odamda, kendi yatağımda uyuyorum. Annem tepkimi merak ediyor: Acaba ağlayacak mıyım? Uyandığımı, onu çağırdığımı duyabilecek mi? Tekrar uykuya dalabilecek miyim?

Bugüne kadar hep annem ve babamla uyudum. İlk 2,5 ay beşiğimdeydim. Diş çıktı çıkacak diye uykusuzluğa girince, beni yanlarına almışlardı. O günden bugüne mutlu mesut gelmiştik. Ama annemin de babamın da kafasında hep odama geçmem gerektiği geçiyordu. Doktorum, gece beslenmesi devam ettiği sürece aynı odada olmamız gerektiğini söylüyordu.

Annemlerle yatarken, gece uykusu formülümüz şöyleydi: Önce Uykucu yanıma geliyor, benimle konuşuyor. Ardından emziğimi ağzıma alıyorum. Sakinleşiyorum, gözlerim kaymaya başlıyor. Annem veya babamın eline sarılıyorum; şşş-pat eşliğinde en geç 15-20 dakika sonra en derin uykulardayım. Muhtemelen annem de benimle uyuyakalıyor :)

Öncesinde mutlaka banyomu yapıyorum; sütümü emiyorum. Gece lambası açılıyor. Ortam ve ben uyku ritüeline hazırlanıyoruz. Her gece, her yerde aynı ritüel tekrar ediyor. 6 ay boyunca bu ritüelin uygulanmadığı gece yoktur galiba.

Annem önümüzdeki tatil günlerini hesaba katarak, uykusuzluk pahasına, beni bu gece odama yatırdı. Ritüel aynı, herşey aynı; yalnızca bu sefer kendi yatağımda kendi odamdayım. Yatağa ilk yattığımda etrafıma bakındım. Uyumakta zorlandım. Çünkü annem ya da babam yanımda yatarken daha rahat ediyordum. Ama en sonunda uykuya daldım.

Annem de yerde kendine yatak hazırladı; bir hafta, 10 gün benimle aynı odada uyuyacak.

Annemi korkutan başka şey de, bu aralar gece durup dururken uykuda girdiğim ağlama krizi. Muhtemelen rüya görüyorum ve uyanmadan ağlamaya başlıyorum. Hemen yanıma depar atıyorlar, kucaklarına alıp sarılıyorlar. Ben içli içli ağlarken, kokularında sakinleşiyorum. Yatağımda da böyle olmasın istiyorlar.

Umarım odama alışırım; uykularım kesintisiz ve keyifli olur.

>>>

Annem der ki:
Bu gece korktuğumuz gibi geçmedi. Misis, her zamanki saatinde uyandı, emdi ve uykusuna geri döndü. Hoş; uykusundan hiç çıkmıyor aslında.
Odasında yatırmak için birkaç kez deneme yapmıştım. Ama itiraf ediyorum, kararlı ve istekli değildim. Tracy'nin yolundan bir miktar saptım. Ama iyi ki öyle yapmışım: vakit geçtikçe, kızım büyüdükçe, kendi bağımsızlığına hazır hale geliyor. Şimdi uykularında rahatlıkla dönüyor; pozisyon değiştiriyor; SIDS (Allah korusun) riski azaldı. Büyüdüğünü gördükçe, içim rahatlıyor. "Kötü anne" hissinden kurtuluyorum.
Şimdi sırada kendi başına uykuya girmesi sağlamak var. Henüz Uykucu tarzındaki oyuncaklar, prop haline gelemedi. Emzik ve Uykucu, yalnızca hazırlık sürecinde işe yarıyor. Oyuncaktan anlamaya başladığı zaman geldiğinde - ki bunu hissederim diye düşünüyorum, henüz gelmedi - bebeğine sarılıp uyuyacak.
Ne yalan söyleyeyim; kızımla uyumak bana ve babasına büyük keyif veriyor.

27 Ekim 2009 Salı

Cee-eee çok eğlenceliii...



Annemle benim bazı güzel oyunlarımız var, sizin de olduğu gibi. Bunlardan bir tanesi de, siz Ce-ee diyorsunuz, annem Guk-Ceee :) Annem saklanıyor, "guk" diyor; annem ortaya çıkıyor, "ceee" diyor. Ben de gülüyorum doyasıya.

Bu oyunu 2 aylıktan beri yapıyoruz, tabii gün geçtikçe farklı güzelliklerini yaşıyoruz. Mesela 3 gündür oyunu annem değil, ben yönetiyorum. Altımı değiştirirken, tulumumun bacaklarını yüzüme götürüyorum, annem guuuk diyor; gülüyorum, ardından ellerimle indiriyorum, ceee diyor.. Bunu defalarca tekrarlıyoruz.

Çok sevinçliyiz; artık interaktivite zamanı...

Bir ara fotoğraf ya da video hazırlayıp paylaşalım.

Annem der ki: Domuz gribini konuşalım.

Domuz gribi artık günlük hayatımızın bir gerçeği oldu. Ofiste masamda Pürel var, ellerim tahriş olacak neredeyse. Takıntı halini almasından korkuyorum. Süt odasına gidiyorum, eller yıkanıyor defalarca; ancak ufacık odada birkaç anne... Hepimiz endişeliyiz. Bebeğimiz var. Birşey olacak korkusu gölge gibi bizi takip ediyor.

Grip aşısı olmayı tercih eden bir insan değilim, değildim de. İki yıl önce bir telaşa kapılıp aşı olmuştum. Keşke olmasaymışım, 5 defa gribe yakalandım. Aşıya inancımı tamamen yitirdim. Grip, maalesef toplumumuzda hastalıktan sayılmıyor. "Ah, biraz grip olmuşum, antibiyotik kullanıyorum." tarzında günlük yaşam tümceleri kullanılan bir hastalık olmuştu. Çağdaş yaşam hastalığı.. Ofiste, okulda, otobüste, vapurda, her an her yerden edinilebilecek bir hastalık. Doktor derdi ya, "3 gün dinlen, geçer"; cevap hazır bizde, "Aaa, olur mu canım? Altı üstü grip."

Bu sefer değil... Her an her yerde aramızda dolaşıyor. Belki de bazılarının dediği gibi, çoktan vücudumuzda yer edindi bile. "Aa, domuz gribi adı üstünde; bizde domuz yok ki, tüketmiyoruz da" dediğimiz günler çok geride kaldı. Kızım doğduğum vakitti domuz gribini ilk duyduğum zaman. Ürkmüştüm; yurtdışına girip çıkan o kadar çok insan tanıyorum ki. O günlerden bugünlere geldik; peki yarın ne olacak? Bu korku tüneli nerede biter? 5 ay sonra, 1 yıl sonra?.. Tuhaf düşünceler içindeyim.

Kafamın içinde bir dolu düşünce var, dile gelmiyor, yazamıyorum...

Bağışıklık sistemimizi koruyalım bari. Her gün multivitamin ve balık yağı alıyorum; eşime de aldırıyorum. Bakıcı teyzemiz de kendine iyi bakmaya çalışıyor. Bol sıvı, meyve ve sebze... Eller defalarca yıkanıyor; çantadaki minik pürel her para vb. ellendiğinde kullanılıyor; kalem gibi materyaller değiş tokuş edilmiyor. Ve bol bol kendi kendini telkin: sakin olalım, sakınan göze çöp batar, olumlu düşünelim...

Gribin nefesi ensemizde. Hadi, ben inanıyorum, placebo etkisi yaratalım, şu virüsü yenelim.

25 Ekim 2009 Pazar

Büyükannem, annem ve ben...

Büyükannemle tanışmıştım taa ben küçükken; son memleket ziyaretinde annem ve babam büyükannemi anneannemin evine getirdiler, beraber kahvaltı edip vakit geçirelim diye.

Annem (ve babam) çok istiyor, onu tanımamı, onu hatırlamamı. Umarım hatırlarım, umarım çokça neşeli anlar geçiririz birlikte, umarım büyükannem hep yanımda olur.

Annem de küçük bir kızken, büyükannesi varmış; onu çoook severmiş, kimseye gülmezken ona güler, kimse de durmazken, onda dururmuş; uzun yıllar birlikte vakit geçirmişler. Annem hala büyükannesini sevgiyle hatırlar. Anneannesine ise tapar; büyükannemin annem için değerli çok fazla ve yeri çok ayrı. Onun için anneannesi ay yüzlü, yeşim gözlü, sütlü nur'iyedir :)

Yıllar geçse bile üstünden, herşey aynı, her duygu aynı...

www.goodatdoingthings.com ziyaret edin...

"Good at Doing Things" from Steve Hughes on Vimeo.

22 Ekim 2009 Perşembe

İlk 3 ayda en sevdiğim şeyler

*Bu post serisi fikri için, sevgili Kitubi'den feyzaldım. Teşekkürler, Damla!

Emzirme yastığı: Annem emzirme yastığı alıp almamakta çok kararsız kalmıştı. Doğumuma 2 hafta kala Mothercare'den almışlar. Doğumla birlikte çok kullandık. Özellikle geceleri, uyku bedeni sarmış ve beden gayet güçsüzken, beni kucağında emzirmek için çok faydalandı.
Artık beslenme dakikalarında olmasa da, otururken bana yardımcı olmaya devam ediyor. Üstelik üzerinde çok şeker karakterler var. Bir ara acayip dikkatimi çekiyor ve beni oyalıyordu.

Dönence: Odamdaki en sevdiğim şey... Annem ve babam dönence konusunda çok araştırdılar ve en iyisinin Tiny Love Symphony olduğuna karar verdiler. Aslında daha yeni modelleri de artık var, ki şu modeli düşünmüşlerdi, ama benim doğumuma kadar satışına başlanmamıştı.
Tercih nedenlerini sıralayalım: Öncelikle dönence ben rahatlıkla görebileyim ve takip edebileyim diye mutlaka dikkat çekici, canlı renklere sahip olmalıydı; o bir oda aksesuarı değil, bir eğitim materyaliydi. O yüzden pastel renkli dönenceler ne kadar cazip ve sevimli gelse de, bu capcanlı renklere sahip olanını tercih ettiler. Ayrıca bir yenidoğan olarak sadece kırmızı-siyah ve beyaz renklerini görebildiğimden, üzerindeki helezon hunileri rahatlıkla seçebiliyordum. Dönen hayvanların yüzleri ise yukarıya ya da karşıya değil, aşağıda sırtüstü yatan bana bakıyordu.

İnanılmaz keyif alarak kullandım. Ama uyumak için değil. Bir sakinleştirici olamadı bana; daha çok bir uyaran görevi gördü. Aktivitelerim, gözlerimle takip etmek, ayaklarımı, kollarımı sallamak, ellerimle hayvancıklara uzanmak ve onları tutmak, parmaklarımla müzik butonlarına basmak ve müziğe eşlik etmekti. Çalan üç müzikten Bach'ı sevemedim; hiç rahatlatıcı değildi. Kumandası ve ışığı olsa daha iyi olur muydu diye annem zaman zaman düşünüyor ama bence gerek yok.
Artık kendisine yetişebildiğim için tehlikeli olmasın diye kullanamıyoruz ama çok özlüyorum.
Örümcek Rattle: En sevdiğim oyuncağım. Hala bayılıyorum. Annem ta hamileyken, Mothercare'den çok severek almış. Adı Itsy Bitsy. Siyah-beyaz uzun bacakları var. Sarı uzun antenleri, pofuduk gövdesi, gülen bir yüzü... Önceleri annem bacaklarından tutup aşağıya çekerdi; Itsy Bitsy de "bızz" diye sesle yukarıya çıkardı. Sonra el-göz koordinasyonum için alıştırma yapmak için annem onu tutmaya, ben de bacaklarından çekmeye başladım. Bir süre sonra bir elimle tutup diğer elimle bacaklarını çekmeye başladım. Bu arada, annem "Bir Baba Örümcek / Itsy Bitsy Spider" şarkısını söylüyor, ben ona eşlik ediyor(d)um; kahkaha attığım bir şarkı bu. Ayrıca hala daha uzun bacaklarını ağzımda emmeyi de çok seviyorum.

Ana Kucağı: Kesinlikle olmazsa olmaz bir oyuncak. Yoksa ben ne sürekli sırtüstü yatabilirim ne de kucakta kalabilirim.
Ana kucağı da hassas bir konu oldu evde. Kendi kendine bir butonla titreyen modeller piyasayı sarmışken, babam mutlaka benim etki-tepkiyi anlayabileceğim, benim hareket ettirdiğim bir model istiyordu. O modellerin mazide kaldığına karar vermiştik ki, annem bu güzel ana kucağını buldu: Fisher Price Kick&Play. Kendi kendine hareket ettirebiliyordum ve bunu görünce çok heyecanlanıyordum. Ben ellerimi tanımadan önce (ki hala da ellerime uzun uzun bakıp incelemişliğim olmadı), ayaklarımı kullanmayı öğrendim; anakucağım sayesinde. Ayaklarımın altına denk gelen yerde bir müzik ünitesi var. İsterseniz sürekli müzik çaldırabilirsiniz ama eğer bebeğinizin kendi kendine birşeyler keşfetmesini isterseniz, mutlaka self-music modunu seçmelisiniz. Ben bayıldım. İlk keşfettiğimde kahkaha atmıştım: ayağımı vuruyordum, müzik yapıyor, ışık yakıyordum; süper!!! Önündeki oyuncaklar başta ilgimi çekmedi ama sonra kafayı fena bozmuştum; sürekli uzanıp ağzımla tatlarına bakmak istiyordum. Bu fotoğrafta askıda pembe bir kurdele görürsünüz; işte uzanabileyim diye onu astılar, yoksa oyuncaklara uzanacağım diye devrilme tehlikesi yaşıyordum. Bilhassa benim gibi aktif bebekleri, aman dikkat, yalnız bırakmayın. Eğer illa ki titremesini istiyorsanız, bu modelin de önünde bir titretme butonu var; iki kez açtık, ben hiç sevmedim.

Atlet bodyler: Bahar ve yaz bebekleri için mutlaka Chicco diyorum. Süper ince bir yapısı var. Annem minik bir servet yatırdı: her boyundan, her türünden giydim. Yazın tiril tiril bir his veriyor. Mothercare'in de atletleri var ama daha kalın ve tok. Kış için Chicco ince kalır sanırım; Mothercare ideal olur.

Unibaby Yenidoğan Mendili: Hala daha ve daha uzun bir süre kullanacağım ıslak mendil. En hassas ciltler için. Artık yenidoğan olmasam da, kullanıyoruz. Annem ve babamın korkularından biri, benim pişik olmam. Altımın temiz ve ferah kalması konusunda bu ürüne çok güveniyorlar. Tek şüpheleri, katkısız, parfümsüz, yalnızca su demelerine rağmen, içindeki kokunun nasıl olduğu konusu bir muamma; pek de araştırmadılar gerçi. Doğduğumda önceleri ıslak temiz suda pamuk kullanıyorlardı ama suyu ve pamuğu sıcak tutmak gerekiyordu; günde 8-10 kez yalnızca kaka yapan bir bebek için zahmetli bir yol olmuştu.
Pahalı olduğu için, e-bebek'teki indirim fırsatlarını bekleyerek alın; böylece toplu alıyor ve az da olsa karlı çıkıyorsunuz. Pişikten korunmak için her kakadan sonra mutlaka popoyu yıkamayı unutmayın; gece boyu bezde kalan popoyu sabah bir süre açık bırakın, bol kremleyin.

Kitubi, ilk 3 ay en çok neleri kullanmış; lütfen buraya da bakın.
Sonraki aylar için;
4-6 ay
6-9 ay
9-12 ay

18 Ekim 2009 Pazar

Eve dönüş...

Bugün ayaklarımız geri geri evimize döndük. Yuvamız olmasa niye dönelim zaten.
Şimdi ben mışıl mışıl uyuyorum.

Sabahtan büyükannem geldi annaneme. Ben onu çok seviyorum. Öyle yumuşak sesi, öyle derin yeşil gözleri var ki, içim huzur doluyor; gülüyorum, kahkaha atıyorum. Umarım daha uzun yıllar birlikte oluruz. Büyükannemi tanımak ve hatırlamak istiyorum.

Annanem bu sefer armut diye bir meyve yedirdi bana. Sevdim tadını. Umarım sabah yaşadığım şeyi bir daha yaşamam. Offf çok zordu, kaka yapmak bu sefer. Çok sinirlendim. Ikındım, sıkıldım, pofff; çıkmıyor. Sinirlendim, çığlıklar attım, olmadı. Sonra biraz masajla başardım. Tüm suç, muzunmuş; ben inanmıyorum, tadı çok güzel, böyle güzel bir şey hiç bana sıkıntı verir mi.. Kandırıyorlar sanki beni. Neyse armut güzeldi. Üstelik hep beraber yemek masasındaydık. Annem ağzına kaşık alıyor, ben de alıyordum ona baka baka. Çok keyif aldım. Ananem hızını alamadı, tıka basa doldurmaya yeltendi; dur-dur-dumm.. Tabii ki emmeyi bırakıyorum, armutu mu bırakmayacağım.

Eve dönüş yolunda herkes çok yoruldu. Ben uyumayı sevmiyorum yolda; benim bir depo dolusu enerjime karşı çırpınışları annemi de yordu. Artık sıkılıyorum yolda. Zaten koltuğuma oturmaktan da hiç hoşlanmıyorum. Bir o köşe, bir bu köşeye atlıyorum. Keşke yerde oyun halim olsa da özgürce yuvarlansam.

17 Ekim 2009 Cumartesi

MemleketimZzz

Anneanneme ve dedecime geldik az önce. Çok mutluyuz!
Karadeniz'in yeşilini, mavisini özlemişiz; yaz günleri aklımızda...

Ev ahali çok sevindi tabii. Masalar donatılmış, ev ısıtılmış, herşey bana göre ayarlanmış. Üstelik yarım yaş pastam da ismarlanmış; bu akşam kutlama var!

Şimdi annem ve babam çarşıya inecekler; Pinar teyzemin nikahına katılıp anneannemlerin gecikmiş evlilik yıldönümü hediyesini ayarlayacaklar. Ben de dedemle annanemle sefa süreceğim.

15 Ekim 2009 Perşembe

6. ay kontrolü

Bugün doktor kontrolüm varmış meğer. Zeynep teyzem beni giydirince parka gidiyorum sandım. Oysa doktora gelmişiz. Babam burda ama annem nerde??

Berkan amcanın odasına girince beni bir korku sardı; başladım ağlamaya. Annem de yok üstelik. 4.ay kontrolüm aklıma geldi. Doktorumu da hatırladım, pek hoş olmayan duygularla. Napayım, geçen sefer çok acımasızdı; canım çok yandı.

Rutin kontrollerin ardından benim gözlerim iyice şişti; o sırada annem geldi. Hemen kucağına atladım; şikayetim var, burada ne işim var! Yoksa yoksa...

Evet... Bacaktan 3 aşı, ağızdan çocuk felci aşısı hep beraber yapıldı. Boşuna ağlamamışım, değil mi? Neyse ki annem yanıbaşımdaydı; sakinleşmem kolay oldu.

Berkan amca, kilom sınırları zorladığı için ek gıda menüme pirinç unu ve muhallebiyi eklemedi. Sebze çorbasına bir tatlı kaşığı az yağlı kıyma eklenecek. Bir kahve fincanı kadar yoğut yemeye başlayacağım. Meyve püresine devam. Hatta meyveli yoğurt da yiyebilirim. Herhangi bir alerjim, özel bir sıkıntım yok. Peki ne kadar süt emeceğim? İstediğim kadar. Kesmek yok, aynen devam. Geceleri emmek için hala uyanıyorum; o yüzden doktor amca bana gece tahılları adıyla bir besin verdi; akşam öğününde onu da yiyecekmişim.

7. ay kontrole gelmeyeceğim, 8.ay yine doktor amcamla buluşuyorum. Bu arada 7.ay yumurtaya başlıyorum; hafta hafta ölçülerini artırarak. İyi pişmiş yumurta sarısının önce 1/8i, ardından 1/4ü, sonra yarısı ve 8.aya girerken bütünü. Enteresan olabilir. Vee kahvaltıya 7.ayda başlayacağım: süt, pekmez, az yağlı beyaz peynir ve bisküvi dedi doktor. Bisküvi çok tatlı olduğu için annem istemedi; çok tahıllı ekmek dilimi de olurmuş. Pekmezdeki demirin tutulmaması için de pekmezi kahvaltıdan sonra alabilirmişim. Son olarak tuzsuz, salçasız kabak dolması da yiyecekmişim; ilginç olacak.

Şimdi annemin görevi, öğünlerimi düzenlemek: ne zaman neyi yiyeceğim.

Doktora danıştığımız bir başka konu da, odaları ayırmak hakkındaydı. Annecim pek istemese de, artık büyüdüğüm için kendi odama gitmeliyim. Ama ben de istemiyorum. Hatta geçmiş denemelerde de başarısız oldukları bir gerçek. Doktor amca, ısrarlı; annem de 29 Ekim tatilini değerlendirecek. Oysa ben annemin kokusunda olmak istiyorum.

13 Ekim 2009 Salı

Yürümek dünyanın en güzel aktivitesi olsa gerek...



Hani bazı bebekler hep kucakta olmak ister ya; ben de hep ayakta olmak istiyorum. Yürüyeyim, sehpaya dayanıp ellerimi vurayım, tekrar yürüyeyim, durup bekleyeyim... ama hep ayaklarımın üstünde olayım.

7 Ekim 2009 Çarşamba

B.E.Ö.: Su

Büyüyorum-Eğleniyorum-Öğreniyorum aktivitelerine biz de katılıyoruz artık. Yani biraz geriden takip etsek de, yaşıma başıma uygun birçok aktivite mümkün. Hatta doğduğumdan beri yaptıklarımız, bu aktivitelerden sayılabilir.

İlk olarak hayatta en çok sevdiğim şeyden başlamak istiyorum: SU. İlk banyo deneyimimin ardından suyu sevdiğime karar verdim. Sırtüstü yatarak yıkanmaktansa hiç hoşlanmadım; pasif kalmak istemiyordum. Babam da beni üçüncü banyomdan itibaren duşta yıkamaya başladı. Böylece banyolarımız su, annem ve babam ile etkileşerek güzel bir deneyim haline gelmeye başladı.

Önceleri suyun sesiyle irkildim ama tenime dokunuşu beni rahatlatıyordu. Hatta 2,5 aylık olana kadar her banyo çıkışında kıyameti koparıyordum; neden bitti, bitmesin diye. Sonraları elimle akan suya dokunmaya başladım; pıtır pıtır vuruşu ellerimi gıdıklıyordu. Bu aralar suyun kaynağını merak eder oldum. Nereden akıyor diye bakıyorum; telefona benzeyen bir şeyden doğru üstüme akıyor. Tabii ne olduğunu anlamak için ağzıma götürüyorum. Hatta bir elimle ahizeyi tutup diğer elime suyu akıtıyorum. Sonra ayaklarımı cam kapıya yaslıyorum, babam da suyu cama vurduruyor; ayaklarımın altından üstünden sular akıyor. Henüz anlamadığım bir şey var; banyoda iki tane ahize var ama birinden su akıyor, her ikisinden aynı anda akmıyor: bu nasıl oluyor?

Her sabah ellerimi ve yüzümü yıkıyor annem. Bizler uyanınca, mutlaka elimizi yüzümüzü yıkamalıymışız. Küçük bir havlum var. Onunla kuruluyoruz beni. Her sabah güne başlamak, suyla buluşmak benim için. Bazen annem yemek yaparken, ben de mutfakta ona yardım ediyorum; sebze-meyveleri yıkayarak.

İşte benim su ile yaşadığım özel anlar.




Faydalar: dokunma ve tatma hissinin gelişimi, neden-sonuç ilişkisini kurma, aile bireyleriyle yakınlaşma

Kolik olmasın, aman aman...

Annem arkadaşlarıyla konuşuyor, yazışıyor. Kolik yine mevz-u bahis oldu. Yazmadan geçemiyoruz.

Koliği önlemek için bir çare yok. Yani bebeğin doğasına göre bu fenomen er geç gerçekleşiyor. Ancak biz bebekleri rahatlatmak için birçok yol mevcut. Ya hepsi tutar ya da pek azı. Her birini denemek, sabretmek, sevgiyle yapmak gerekiyor. Şöyle ki;

- Beyaz gürültü kaynağı: Fön makinesi, çamaşır makinesi, elektrikli süpürge gibi ev araçlarından faydalanmak mümkün. Yeter ki sesleri bebeğin sesini bastırsın. Aile, dayanabildiği kadar etkili.
- Bembeyaz gürültü kaynağı: Daha önce de bahsettiğimiz beyaz gürültü içeren müzikler. Örneğin, Buzuki Orhan'ın Kolik CDsi.
- Biraz da bizi rahatlatmak gerek: Masaj. Ama ağlamaya başladıktan sonra aslaaa... Ne zaman krizin başlayacağı belli oluyor zaten. Aman bu vakte yakın bir zaman, göbeğimize, bacaklarımıza, sırtımıza saat yönünde yumuşak masaj süper oluyor.
- Acı elma yağını unutmayalım. Özellikle ayaklara sürelim; göbüşe de sürülebilir. Kokusu dehşet ama ben alıştım.
- Rezene, anason, kekik karışımı çay; ama ben değil, annem içmeli. Ben içersem, öğün atlarım, anneciğimin mis kokulu hoş tatlı sütünü kaçırırım.
- Loş ortam isteriz. Çevremiz sakin olmalı. Sakın sesinizi yükseltmeyin; yumuşak sabırlı ve sakince konuşun bizimle.
- Biliyor musunuz, eski vakitlerde bizim gibi bebekleri beşikte yatırırlarmış. O beşikler öyle güzel sallanırmış ki, o bebeklerin hiç gazı, sıkıntısı olmazmış. Bir geçmiş zaman masalı olmak zorunda değil; bizi sallayın, zarifçe, sımsıkı sararak.

Annemizin karnında olmayı çok istediğimiz zamanlar bunlar. Yanımızda olun, bizi içinize alın, sarın, sarmalayın, öpün, okşayın. Kendi dünyamızdan kopmuşken, sizin dünyanıza alışmaya çalışıyoruz.

5 Ekim 2009 Pazartesi

Uyku pozisyonları

Uyku halinde ne yaptığını bilmez ya insan; ben de işte öyleyim. Annem de olmasa, kim tutacak her hareketimin çeteresini.



Ben doğar doğmaz yan yatmaya başladım. Ailem de öyle istedi, bende de meyil vardı. Bu hareketim de hem annemin SIDS korkusuna ve olur olmaz sıçramalarıma engel oldu hem de başımın şekli bozulmadı.

Zaman geçtikçe, göbüşümden mi ne, sırtüstü yatmayı tercih etmeye başladım. Neyse ki reflüm yoktu da başımız ağrımadı.

3,5 ayda dönmeye başladım. 4.ayda artık gece bile dönüyordum. Ailem tabii ki endişelenmeye başladı. Bıraktıkları pozisyonda değildim. Yan yatarken bacağımı hafiften öne attım mı, yüzükoyuna dönüveriyordum ve başımı kaldırıyordum. Eee, haliyle gece boyu 5-10 defa uyanıyordum; uyandırıyordum.

Şimdi 5,5 ayım bitti. Bir haftadır yüzükoyun dönsem de, uykuma devam edebiliyorum. Gerçi hala annem ve babam SIDS yüzünden endişeleniyor ama okuduklarına göre risk azalmış. Artık nefes almayı unutmuyorum ve her an başımı kaldırıp bedenimi pozisyondan kurtarıyorum.

Önceleri yüzükoyun yatmayı hiç sevmemiştim. Annem gündüzleri yüzükoyun yatmamı teşvik etse de, bana darallar geliyordu. Şimdi ne kadar rahat olduğunu anlıyorum.

4 Ekim 2009 Pazar

Bir kilometre taşı: Ek Gıda


Bugün ek gıdaya geçtik.

Daha önce bir bebe bisküvisi püresini bitirme, havuç/salatalık/elma kemirme, suyu yalama gibi deneyimlerimin ardından, işte beklediğim an... Annem nihayet büyüdüğüme, yalnızca çok sevdiğim ve seveceğim sütümün yeterli olmadığını anladı. Günde 1,200 ml süt içiyor olsam da, yeni ufuklara yelken açmak istiyorum. Bir aydır herkesin tabağına ve içeceğine atlıyorum; artık benim de tabağım, kaşığım ve bardağım oluyor.

Bugün öğlene doğru uyandığımda, önce sütümü emdim; ardından annem beni tatlı ve pütürlü bir püre ile tanıştırdı: elmaaaa... Çok sevdim. Annemin sütü gibi tatlı ve ılıktı. Henüz kaşıktan gelen püreyi dilimle itsem de, arada hüpletiyorum bir çırpıda bitiyordu. Annemin dediğine göre, püreyi bana çiğ elmadan hazırlamamış. Onun yerine ikiye bölmüş, azıcık suda buharıyla haşlamış, kabuğunu soymuş ve çatalla ezip süzgeçten geçirmiş. Sulandırmak için de kendi suyunu eklemiş. Böylece meyvenin gaz yapma ihtimalini düşürmüş. Ben sevdim bu tarifi! Yarım elma arttı; onu da dondurucuya koydu annem.

Öğle uykumun ardından da sebze çorbasını yedim. Tadı hiç de elma püresine benzemiyordu; halbuki görünüşü aynı. Bir heves daldırdım ağzımı ama peeeh bu da ne! Ama meraktan yedim onu da. Çok hevesliyim. Kaşık ağzımdan uzaklaştığında mırrrmırrr ediyorum; yemek çok keyifliymiş! Sebze çorbasını da birer adet patates, havuç ve kabakla hazırladı annem. Önce soydu, ikiye böldü; az suda buharıyla haşladı. Çatalla ezdi, bir kaşık zeytinyağı ekledi ve süzgeçten geçirdi, suyundan ekledi. Hmmm.. Bir dahakine iki havuç olursa daha tatlı olur annecim; öyle deneyelim mi?

3 Ekim 2009 Cumartesi

Organik dünyaya merhaba


Bugün annemle Feriköy pazarına gittik. Amacımız, organik meyve-sebze almak. Benim için... Evet, ben artık büyüdüm; ek gıda dönemine girdim. Annemin sütü dışında, tadına varacağım yenilikler giriyor hayatıma.

İlk olarak, elma püresi ve sebze çorbası ile başlıyorum; tabii suyu da unutmayalım. Bu yeni yiyeceklerim için organik alışveriş yapmayı tercih etti annem. İlk defa Feriköy Organik Pazar'a gittik. Keyifliydi. Tezgah tezgah ne alabileceğimize baktık. Mevsim geçişi yüzünden pek alternatif yoktu, tüm tezgahlar aynıydı ama ben arabamda gezinmekten çok mutluydum.

Annem organik zeytinyağı, patates, havuç, kabak ve elma aldı. Fuar Baby'nin ürünlerini görünce alamadan edemedi; çok seviyoruz biz.

Yarın neler olacak, merakla bekliyoruz.

30 Eylül 2009 Çarşamba

Ayna, ayna, güzel ayna...

Annem işten güçten vakit kaldıkça yazabiliyor.

Montessori eğitmeni Lisa Nolan'ın tavsiyeleriyle kendi çabalarının uyuştuğunu gördüğü için seviniyor. Bugüne kadar yaptığımız oyunlar, benim kendimi ve dünyayı keşfetmeme yardımcı oluyor; hem de Montessori'ye uygun olarak.

Mesela, ayna... Aynayı çok seviyorum. Aynada kendimi görünce çok mutlu oluyorum; ağzı açık ayran delisi gibi. Son iki haftadır ayna aktivitelerini daha da artırdık. Annemle aynada gülüşüyoruz; bana "bu Anne...", "bu Misis..." diyerek yansımalarımızı işaret ediyor. Ben de anlamıyorum tabii :) Defalarca tekrarlıyor; bir gün mutlaka anlayacağım elbet.



Annemin işi bununla kalmıyor; hala aklındaki oyun köşesini yapabilmiş değil. Bu oyun köşesinin olmazsa olmazı bir ayna. Ev çok küçük olduğu için mekan sıkıntımız var. Bir ayarlama yapmaya çalışıyor. Ayna için kırılmaz bir model buldu internetten; sipariş verecek. Performansına göre sizlerle de paylaşacağız. Bir de döşemeciden bir sünger mat yaptıracak; ölçüleri sizce nasıl olmalı?

Faydalar: kendini tanıma, yüz ifadelerini öğrenme, tepki verme

15 Eylül 2009 Salı

5.ay

Şu dakikalarda 5 aylık oldum :)
Lilypie'da "Balca Misis is 5 months old." yazısını görünce pek mutlu oldum.

14 Eylül 2009 Pazartesi

Pazartesi sendromu

Bugün Pazartesi imiş meğer. Meğer bende de sendrom yaratırmış.

Annem ve babamla muhteşem bir haftasonu geçirdikten sonra, bu da yapılmaz ki ama! Annem gitti, babam yoktu ben uyandığımda. Annem şöyle bir öptü beni alelacele ve beni Zeynep teyzemle bıraktı. Hiçbir şey anladım ben bu sabahki hallerimizden.

Zeynep teyzem de beni hazırladı; hoppaaa dışarı çıkıyoruz, aaa hatta deniz geçiyoruz. İstikamet, dayımın evi. Anneannem ve dayımlayız bugün. Ee, ama annem ve babam nerede???

Zeynep teyzem ve anneannem sütümü vermek için çokça çaba harcadılar. Aç kalsam da biberonu almayacağım, almadım bugün.

Akşam döndük yine. Bizi annem karşıladı motor iskelesinde. Yok ama ben küstüm ona bugün; konuşmayacağım. İşte, bakın, sesleniyor: Canım kızım, ben geldim. Aşşşkımm! Hayır, yüzüne bile bakmam; beni öylece bırakıp gitti bugün.

Eve geldik. Dayanamadım annemin mis kokusuna; daldırdım çenemi çenesine. Küslük de buraya kadar...

13 Eylül 2009 Pazar

Annem der ki: Başlamak bitirmenin yarısıymış

Haftalardır Montessori'ye nereden ve nasıl başlayacağıma dair bilgi, fikir edinmeye çalışıyorum. Tam bir ansiklopedi kurduyumdur; arama tekniklerim konusunda göğsümü gerebilirim yani.
Gel gelelim, kızım 3 ayını bitirdiğinden beri, Montessori'ye başlamak istiyorum ve o kadar değerli bilginin arasında kendimi kaybolmuş hissediyorum.
Kitaplar aldım, makaleler indirdim, forumları didik didik ettim; beni yine de kesmedi. Pes ediyorum.
Yanlış anlamayın: aramak konusunda pes ediyorum.
Bulduğum, biriktirdiğim bilgileri derleme ve kullanma vakti geldi. Bakalım, ben neler yapabileceğim kızım için?
Şimdiye dek bulduklarım, Montessori ile ilgili ilgisiz her yerde karşıma çıkan bilgiler ve tavsiyeler. Bu da, felsefenin insanların, bilim insanlarının, toplumların ne kadar içine sindiğini ve doğru olduğunu kanıtlıyor kanımca.
Hadi başlıyorum ben de...

10 Eylül 2009 Perşembe

Anne işe gittiiii...

Evet, annem işe başladı artık. Benim yeterince büyüdüğümü düşünüyor. Galiba büyüdüm. İsteklerimi, istemediklerimi, kendimi çok net ifade edebiliyorum.

Biberon maceramız henüz zaferle sonuçlanmasa da, aç kalacak değilim. Annemden emmeyi çok seviyorum ama günde 2 kez biberondan alsam ne olur ki... Alışacağım, söz...

Zeynep teyzemle evde günlerimizi geçiriyoruz. Annem varken farklıydı tabii ama, Zeynep teyzem benimle çok güzel ilgileniyor; uyku saatlerim, beslenme saatlerim konusunda çok titiz. Hatta canım sıkılmasın diye, parka gitmeye de başladık. Gerçi şu korkunç yağmurlar kesintiye uğrattı ama neyse.

Yağmurun en sıkıntı veren sonucu, D vitaminini damla ile almak zorunda kalmak. Belki güneş amca yine yüzünü gösterir ara ara.

Parkta arkadaş edinmeye başladım; pek umrumda değil şimdilik. Ama geleceğe yatırım yapmaktan zarar gelmez; Zeynep teyzem "sosyalleşmem" gerektiğini söylüyor.

Annem evi gün içinde fazla aramiyor; 1 kez belki. Beni özlemediğinden değil; yalnızca uykumu bölmek istemiyor.

Annemi çok özlüyorum :( Eskiden babamı çok özlerdim, şimdi annemi de özlüyorum. Annem eve geldiğinde, gülücüklerimi eksik etmiyorum ama biraz da hırslanıyorum. Aç değilim, ancak annemi görünce hemen kokusunu içime çekmek istiyorum. Gelir gelmez, memeyle 10 dakika sevgi yumağı oluyoruz :) Yine de anneme özlemimi gideremiyorum; yüzünü, çenesini, yanaklarını ısırıyorum, o da izin veriyor. Ben sevgimi böyle ifade edebiliyorum.

Annem sütüm konusunda çok disiplinli. Günde iki kez topluyor. Neyse ki ofiste anneler için uygun koşullar sağlanmış; yalnızca tüm gün süren toplantılardan ayrılması gerekiyor. Geçen hafta daha güzel sütler alıyordum, bu hafta sütümün miktarı azaldı. Ama galiba benim de içme kapasitem geçen haftaya göre daha düşük. Geçen hafta öğün başına 200ml alıyordum; bu haftaysa 160ml. Ben anneme mi ayak uyduruyorum, yoksa annem mi bana?

5 Eylül 2009 Cumartesi

Uyuyan Tehlike: Bisphenol-A ve Dioksin

Annemin e-mail grubundaki sevgili teyzeler, duyarlı anneler birkaç gündür önemli bir konu üzerine tartışıp çözüm arıyorlar. Postun başlığındaki iki madde, iki tehlikeli madde.

Bisphenol-A (nam-ı diğer BPA) münferit çalışmalarla ispatlanmış olmasına rağmen henüz hakkında yeterince çalışma olmadığı için resmi olarak kanserojen madde sayılmazken, Dioksin mutajen ve kanserojen bir maddeymiş.

Peki, bu postu yazmaya neden olan durum nedir? Tabii ki sağlığımız. Biz minik insanlar için özellikle bu iki madde çok tehlikeli. Ve korunmak için epey zorlanmamız gerekiyor. Çünkü Dioksin, bildiğimiz PVC'de, hatta kağıtların beyazlatılmasında kullanılıyor. BPA ise içtiğimiz suyun damacanasından, çok değerli besinimiz olan sütü aldığımız biberona kadar tüm sağlam ve şeffaf plastik malzemelerde bulunan bir madde.

Her plastik malzeme tehlikeli değil tabii. Plastikler, üzerlerinde bazı kodlar taşıyorlar. Bu kodlara göre riski de görebiliyoruz. Mesela 1,2,4 nolu kodlar risk taşımazken, 7 kodu "içeriği bilinmeyen plastik" olarak adlandırılıyor. Geniş bilgi için buraya ve şuraya bakabilirsiniz. Amma velakin, her ne kadar bu kodları görsek ve bilsek de, tüm damacanaların 7 koduna sahip olması, neredeyse tüm biberon firmalarının BPA'sız ürünleri olmasına rağmen ülkemizde satışını yapmaması büyük sıkıntı yaratıyor.

Annem şimdi harıl harıl, BPA-free biberon, su bardağı ve bilumum materyal arıyor. Şimdiye kadar tek sevindirici durum, Medela süt pompası ve poşetlerinin BPA-free olması. Süt toplama kaplarından da alacak ama hala daha Medela'ya uygun biberon başlığı bulamadı, arıyor. Biberonlar değişecek. Gün içinde içtiği suyu engelleyemeyecek ama en azında ek gıda döneminde benim için kullanacağı suyu kesinlikle damacanadan sağlamayacak. Dioksin için ise, biraz daha araştırma yapması gerek; oyuncaklarımı dikkatli seçmeli. Aslında hazır bezden de sakınmak gerekiyor, buyrun.

BPA-free ve PVC-free bebek ürünleri için özet bilgide burayı; detaylı ürün görüşlerindeyse burayı referans noktası verebiliriz.

Unutmayalım; plastik, biliyoruz ki, petrolden üretilen yan madde. Ne kadar risksiz olabileceğini varın, siz düşünün; mümkün olduğunca az tüketin.

Bilgilenmemize destek olan tüm süper annelere teşekkür ederiz.

1 Eylül 2009 Salı

Annem der ki: Bebeğimden ilk ayrılık

Saydım, üşenmeden, gocunmadan hesapladım: tam 13,5 aydır, yani 415 gündür kızımla beraberim; hiç ayrı kalmamışım.

Bugün ise ilk defa ayrılıyorum. Bugün önemli bir gün; yeni dünyamda başka bir mihenk taşı.
Büyük gün geldi, çattı. Ben üzüldüm, çok üzüldüm. Ama beslenmem gerek; ruhumun gıdayı alması gerek, üretmeliyim, belki daha az faydası olan, belki beni daha çok yoran bir üretim ama devam etmeliyim; kızım için, kızımdan ayrı üretip büyümeliyim.

Bugün ağladım; kızıma sarıldım, kokladım; gidiyorum dedim, akşama yine birlikteyiz dedim. Öptüm, öptüm, kokladım, ayrıldım. O görmeden ağladım. Sonra kendimi topladım.

13,5 aydır kızım benim can yoldaşım; sıkıntılarımda kafamın bulutlarını dağıtan güneşim oldu. İşte düşen motivasyonumu yükselten umut oldu. Kızım yine güneşim, yine umudum; bir de özlemim olacak.

En çok koyan nedir, bilir misiniz? Anlarsınız, hatırlarsınız, şimdi okuduğunuzda... Kızımın kokusunu duymak bana koyacak. Ne demek ki bu? Bunca zamandır aynı koku, aynı tene sahipken, ayrı kalınca onun kokusu benim kokumdan ayrılacak ve ben onun kendine has kokusunu duyacağım. İşte o zaman benden ayrı bir birey olduğunu anlayacağım. Sevineceğim, içim buruk...

Neyse dostlar... Ayrılık dediğimiz, böylesi olsun...

30 Ağustos 2009 Pazar

Ağustos'ta sıradan bir gün

Günler geçti, ben 4.5 aylık oldum bile. Bana büyümüşüm gibi geliyor, aileme de öyle.

Henüz 15 günlükken, bir dostumuz kızıyla bizi ziyarete gelmişti. Ada ablam, 4,5 aylıktı. Çok büyüktü, çok şekerdi, gayet çocuktu yani. Annem de "bir gün kızımda büyümüş olacak mı?" demişti. O günler geldi; o da gördü, ben de gördüm.


4. ayımda çok hızlı değişmeye başladım. Bir günüm bir güne uymaz oldu. Geceleri daha sık uykum bölünüyor; gündüzleri bir süredir güzel uyumama rağmen son zamanlarda 45 dakikayı geçmeyen uykulardayım. Annem, işe başlamasına saatler kala, beni yeniden rutine sokmaya çalışıyor; nafile. Gündüz vakti uyku mu olur, canım... Annem bununla didişirken, ben gülüyorum, gözlerinin içine bakıyorum, kıkırdıyorum; çok ısrar ettiğinde sızlanıyorum. Hem de nasıl... Tracy formülü "yatır-kaldır" yaptı bir kaç zaman; pes etmedi, benim içim dışıma çıktı ki, sızıveriyordum. Sızmadan önce bir yaygara, bir yaygara. Ses telleri sağlam oluyormuş biz bebeklerin.

Bu bağırmalarda annem neyi anlamıyor, bilmiyorum. Gayet net, istemediğimi söylüyorum; yani söyleniyorum. "Anniiie, annnnieee" diye başlıyorum; peşine birazcık sövüyorum(!): eyyeeyyyeyyy neeeelll annnyyyeeee eyyyy...

Oyun halımı nihayet sevmeye başladım. Sırtüsü yatıp çıngırağa ulaşmaya çalışıyorum; yine hırslanıyorum ama tutunca ucundan çok mutlu oluyorum. Sonra kendimi yüzüstü döndürüyorum.

Sırtüstünden yüzüstüne dönüşlerde sağdan dönüş mükemmel; sol için çalışmaya başladım, fena değil. Gece gündüz bir sorun oluştu: ben yan yatarak uyuyorum. Bu aralar bacağımı hafiften yana attım mı, kendimi yüzüstü yatarken buluyorum ve tabii ki uyanıyorum.
Çok eğlenceli!

Ana kucağımda müzik yapmak artık cezbetmiyor beni; şimdi önümde çılgınca sallanan oyuncakları yakalamaya çalışıyorum ama annem düşerim diye çok korkuyor; oyuncağı yakalayacağım diye neredeyse takla atacağım üzerinde.

Tabii ki hala bir numara talebim KUCAK KUCAK KUCAK...

Sabun köpüğü bir dünya



Annem dün bana bir oyun almış; bugün babamla karşıma gelip gülücükler gösterip katılmamı beklediler. Bense çok şaşırdım. Ne enteresan bir şeydi o öyle... hmmm...


Balonlar uçuşuyordu üstümde. Renk renk, boy boy...
Tenime değiyor, yokoluyorlardı. Önce sessiz ve dikkatlice izledim, takip ettim gözlerimle. Arada korkmadım değil; yüzümde pıtlayan bir şeyler vardı sonuçta. Sonra keyfini çıkardım: ellerimle yakalayıp patlatmaya başladım. Biz bu oyunu hep oynayalım!

Faydalar: el-göz koordinasyonu, dokunma hissi

27 Ağustos 2009 Perşembe

Zeynep teyzemin şarkıları ve ben

Ben müzik dinlemeyi çok seviyorum, taa annemin karnında yaşadığımdan beri. Yeni hobim ise şarkılara eşlik etmek :)

Zeynep teyzem, çok güzel şarkılar söylüyor bana ve ben de iyice öğrendim. Şarkının ilk kelimesinde anlıyorum hangisi olduğunu ve ağzımı kocaman açarak gülüyorum, hatta bazen kahkaha atıyorum.

Adana yolculuğumuzun dönüşünde artık şarkılara eşli etmeye karar verdim. Zeynep teyzem söylerken, ben de dilim döndüğünce mırıldanıyorum. Çok eğlenceli!
Tabii annem bu arada zevkten dört köşe!

En sevdiğim şarkıyı sizinle paylaşmak isterim:
Dolaştım bodrum kiler
Bulamadım hiçbir av
Aç kaldı bak bizimkiler
Miyav miyav miyav
Olsaydım ben bir köpek
Isırırdım hav hav hav
Aç kalmazdı bizimkiler
Kara kedi mırnav pisst
Kara kedi mırnav pisst

Annem bir ara videoları üşenmeyip formatlarsa, nasıl söylediğimi de göstereceğim.

Diğer çok sevdiğim şarkılar, itsy bitsy spider ve türkçesi bir baba örümcek, mini mini kuş, ördek ailesi, Kanal D'nin çok sesli jeneriği.

18 Ağustos 2009 Salı

4.ay biterken

Bugün doktor kontrolüne gittik. Bu ziyaretin öncekilere göre belirgin bir farkı vardı: doktor amcayı yabancıladım; yüzüme bakıp gülen bir büyük, ama ben onu tanımıyorum ki...
Doktor amca tümüyle vücudumu kontrol etti, her yerimi yokladı, çok sıkıcı bir durumdu. Arada gülücük atsam da yüz verecek değilim kendisine.
Kilom 7540 gr, doktor amcam anne sütüyle bunu nasıl gerçekleştirdiğimizi anlamıyor; ne var ki, buna takım çalışması deniliyor! Her ay yeni bir persentile girmişim, bundan öteye gidecek yer kalmamış. Napayım canım, içtiğim süt yarıyor. Boyum da 65cm. İyiyim, iyiyim.
Annem 15 gün sonra işe başlayacağı için biberona geçmek için izin istedi; doktor amca istemese de vermek durumunda kaldı. Sonra da canımızı sıkan cümleyi sarfetti: sütünüz artık yetmez, yedek için mama alın. Annem de savunmaya geçti; "rezervlerimiz var, ayrıca her gün işte topladıklarımı ertesi gün vereceğim". Doktor amca da iyi dileklerini temenni etti. Allah, Allah; ne var ki bunda. Ama sonra güzel birşeyler söyledi. 1 ay sonra kontrole gelmeyeceğim!!! Hahaaa!!!
5. ayıma girince ek gıdaya başlayacakmışım. Annem bu konuda da isteksiz. Ben artık yeni şeyler tatmak istiyorum halbuki. Belki adım adım yaparız. Annem beni çok seviyor, ayrılmak istemiyor.
Dişlerim fena kaşınıyor; 1,5 ay önceki maceradan sonra ilk dişimin ne zaman patlayacağını merak ediyoruz. Doktorum havuç, elma gibi sert meyvelerle dişimi kaşıyabileceğimi söyledi: yummmyyy! Annem izin verirse ;)
Doktor amca sorularına devam etti: ellerimle birşeyler yakalıyor muyum... ellerimi önünde kavuşturuyor muyum; uzanıyor muyum; gülüyor muyum; ses çıkarıyor muyum; herşeyi ağzıma götürüyor muyum; tepkilerimi farklılaştırıyor muyum; üstümdekileri çekiştiriyor muyum gibi... hepsine evet evet evet. Gelişim testinden de geçtim!!!
Annem hemen sorusunu patlattı: geceleri beslenmeme gerek var mı? Amcam "çok beslemeye gerek yok, o açlıktan uyanmıyordur, keyfi alışkanlıktır" dedi. Nereden bilebilir ki? Bana sordular mı? Ben emmek istiyorum! Annem gönül rahatlığıyla 4 saatlik rutine geçmeyi aklına koymuş; uymaktan başka çarem mi var...
Ardından beklenen an geldi. İki bacağımdan aynı anda birer vuruşla aşılarım yapıldı; yaygarayı kopardım. Annem beni emzirdi, kucakladı; geçti tüm acılarım.
Babişkom benim aşılanmalarımla birebir ilgileniyor; keza hastanede yeni bir program yazdı, aşıları takip etmek için. Benim aşılarımı da kontrol amaçlı takip ediyor.
Rotavirus aşımı da gelecek hafta olacağım. Offf...

Kar'A

Geçen Cuma annemin iş arkadaşlarıyla güzel bir öğle yemeği yedik. Demet teyzem de bana hediye getirmeden edememiş: bir çocuk şarkıları CDsi. Adı Kar'A Çocuk Şarkıları... Ertesi gün annemle dinledik. Bugüne kadar dinlediğim tüm müziklerden farklıydı. Şarkıları söyleyen teyzenin sesi o kadar net ve duruydu ki, bana özel şarkılar içerdiği belliydi; hem de başka çocuklar da şarkılara eşlik ediyor. Bir bebeğin dikkatini nasıl çekmeleri gerektiğini biliyorlar. Bugün yine dinledik; hiç yapmam ama kucakta uyuyakalmışım huzur dolu :)

Gerçi uzun zamandır piyasadaymış ama ben henüz dünyaya geldiğimden yeni öğrenmiş oldum. Bülent Ortaçgil'in müzikleriyle şarkılar bir başka güzel. Bilgi edinmek için buraya bakabilirsiniz.

Demet teyzeme çok teşekkür ediyor; Kar'A'yı tüm çocuklara tavsiye ediyorum.

16 Ağustos 2009 Pazar

Mehveş teyzemi gördüm

Bugün Mehveş teyzemi kısa da olsa gördüm. Daha önce 1 ayım dolmadan beni kucağına almıştı; şimdi kocaman olduğumu görüp sevindi. Ben de onları gördüğüme sevindim. Hem Mehveş teyzemi görme bahanesiyle havaalanını da görmüş oldum. O kadar büyükmüş ki; bir an önce büyümeli de, o geniş salonlarda parande atmalı.
Mehveş teyzem, Ümit amcam ile nişanlandı; gelecek yılki düğünlerine gidebilmem için hemencecik büyümem gerek, ben de minik bir gelinlik giyerim, belli mi olur :)

15 Ağustos 2009 Cumartesi

4 ay bitti bile.

Dünyadaki 4 ayım bitti bile. Vakit çabuk geçebiliyormuş. Oysa ben hep yerimde durduğumu sanıyorum.
Bu aralar uyku ile problemim var; daha fazla uyanık kalmak istiyorum. Annem de bana bu konuda yardımcı olmaya çalışıyor. 3 saatlik beslenme aralarımı 4 saate çıkarmaya çalışıyor. Tabii benim de desteğim şart. Bu geçiş dönemini nasıl geçiririz bilmiyorum; 3 saatlik rutini oluşturmak 1,5 ay sürmüştü. Annem işe dönmeden yeni rutini oluşturmayı hedefliyor. Böylece biberona daha az ihtiyaç duyacağım; annemle ayrı iken yalnızca iki kez biberondan sütümü alacağım, sonra yine annemle biraradayım.

24 Temmuz 2009 Cuma

Zonguldak, Mevlit ve ben


Annemin içi rahat etmedi. Benim dünyaya gelişimi kutlaması (şükran mahiyetinde) gerekiyordu. İstanbul'da konu komşu, yol yordam kolay bulunamadığından anneannemi bu işle görevlendirdi. Biz henüz İstanbul'dayken, kurbanımız kesilmişti bile. Bugün de Kur'an okundu, Allah'a hamd edildi. Gerçi ben uyudum ama evdeki elektrik gayet güzeldi. Eve gelen teyzelerin benim için getirdiği hediyeler de cabası. Anneannemi çok seviyorlarmış anlaşılan :)

Allah bizi hiç ayırmasın, hep sağlıklı ve mutlu olalım. Amin.

17 Temmuz 2009 Cuma

Annem der ki: Anne olmak...

Misis'in annesi der ki;

Anne olmak... Bu aralar herkes bu soruyu soruyor bana: Anne olmak nasıl bir duygu?

Ben bir cevap buldum; kendimce, çok özel:
"Anne olunca anladım ki, annelik, göz pınarında bekleyen iki damla yaşmış." ... Ansı

15 Temmuz 2009 Çarşamba

İlk macera...

28 Haziran'da, yani ben henüz 2,5 aylıkken, annemin iddiası ilk dişimi gördüğü yönündeydi. Onu destekleyen kişiler de vardı: babaannem, dedem, babam, dadım, Günay halam... Hepsi gördüler ilk dişimi. Hatta annem bana beyaz bir hediye alacaktı. Anneannem de diş buğdayı partisi düzenleyecekti. Taaattaaaaam...
Bugün doktor amca dişimi göremedi. Işık tuttu, inceledi. Annem ısrar etti. Yok ve yok... Bir sürpriz... Herkes çektiğim ve çekeceğim sıkıntılar için üzülüyorken, şimdi dişim kayboldu diye hayal kırıklığı yaşadılar. Herşeyden öte hepsi yalancı çıktııı!
Annem bir kitap kurdu, enerjisi bitmek tükenmeyen bir araştırmacı olduğundan, her yerin altını üstüne getirdi ve "floating teeth" denen bir kavramla tanıştı. Evet, benim gibi bebekler oluyormuş; dişi çıkıyor, ardından diş eti kabararak dişini saklıyormuş. Tabii bu bilginin tasdiklenmesi gerekiyordu; annem kendi diş doktoruyla görüştü, bir uzman ve anne olarak. Ebru teyze, bunun olabileceğini, bu tip durumlarla karşılaştıklarını söyledi; dişimin çıkıp çıkmadığını bundan sonra takip edecekmişiz.
Ama gerçekten çok kaşınıyor, çok sulanıyor... sıkıntım büyük.

12 Temmuz 2009 Pazar

Yeni oyuncağım

Annem ve babam bir süredir benim için güzel bir anakucağı arıyorlar. Kucak faslına son verebilmek için.

Bu ürünü alana dek, annem ve babam çok araştırdı. Montessori'nin başlıca kurallarından olan "kontrol edebilme" yeteneğimi köreltmesin diye, kendinden titreyen, yanıp sönen bir anakucağını tercih etmediler. Yani onların çocukluğundaki basit model işimizi görecekti. Ancak piyasada hep bu tür ürünlere rastladılar. Sonunda tesadüfen de olsa, Mothercare Fisher Price Kick&Play'e rastladılar.
Annem satın aldığında tam istedikleri gibi olduğundan da emin değildi. Eve gelip kurunca bayıldılar.


Peki ben? Ben çoook sevdim, bayıldım. Üç haftadır üstündeyim. 3 modu var: 1)sessiz sedasız, yalnızca kendimce sallandığım 2) devamlı müzik çalıp yanardönerli ışık saçan 3) benim ayaklarımla müzik yaptığım, ışık yarattığım. En çok 3.yü yani müzik ve ışık yapmayı sevdim: ayaklarımı tepiyorum, ses çıkıyor. Bunu annem bile yapamıyor. Siz hiç ayağınızla müzik yaptınız mı?

Fotoğraftaki topum da yeni. Dokununca pütür pütür bir his veriyor. Elimden de kaymıyor. İlk topum bu benim. Bu fotoğraf da bir topu ilk defa ele alışımı anılaştırmış.

Faydalar: ana kucağı: El-göz koordinasyonu, neden-sonuç ilişkisi, ayak kontrolü; top: dokunma hissi, ince motor (kavrama)