Uzun, ince bir yoldayım...

Lilypie Fourth Birthday tickers
Lilypie Maternity tickers

17 Nisan 2009 Cuma

Bir doğum hikayesi

Annemin doğum izni 37. haftada başlamıştı.

Evde vakit geçmiyordu ki. Annem sürekli yapacak birşeyler arıyordu. Ütü, temizlik, mailleri takip etmek gibi aktivitelerle kendini ve beni meşgul ediyordu. Ama her gün babamla belli saatlerde dışarı çıkıp gezmeyi ihmal etmiyordu. Babam, hakikaten, bu yolculuk boyunca bana ve anneme inanılmaz destek oldu; bizimle birlikte yaşadı tüm süreci ve zevk aldı. Annemin kendini bu kadar yormasına çok kızıyordu; ama annem annemdi, hep aynı...

Son haftaya yaklaştıkça annem ağırlaştı; hamallık moduna geçmişti. Büyüyordum, sığmıyordum, çıkmak istiyordum. Çok sefer çeşitli denemelerde bulundum ama meğer annemin sol bacağına, yanlış istikamete doğru sağlam hamlelerde bulunuyormuşum: içeride bana bir pusula vermeleri gerekirmiş.

Oysa doktorun karşısına çıktığımda, 39. hafta bittiğinde dahi, NST'de hiç mi hiç modumu bozmuyordum; sanki daha orada kalmaya niyetim varmış gibiydim. Her an çıkabilirim ama çıkmak istemiyorum der gibi.

14 nisanda, yani 3 gün sonra, annem doktora gitmek istedi. Doktor amcam da anneme 19una kadar mühlet verdi; sonraya kalırsam özel davetiyeyle çıkaracaklardı. Annem ve babam çok dertlendiler. O akşam babaannem, dedem ve biz, hep beraber yemek yedik. Annemle azıcık uzanmak istedik. Uzandık, bir süre sonra annem birşeyler yaptığımı farketti. Dedemin "hadi çay içiyoruz, gelin" çağrılarına karşılık annemle babam ellerine ne olur ne olmaz bavullarına almış, hastanenin yolunu tutmuşlardı. Çok ciddiye almadı kimse; ne de olsa "daha, çay içecektik"; ee, ortada sancı da yoktu; aman aman bir hal yaşamıyordum ben de.

Gerçekle yüzleşme anı, hastanede oldu. Nöbetçi doktorun muayenesi, su kesesinin patladığını, doğumun başladığını söylüyordu; artık odada yatma ve doğumu bekleme vakti gelmişti. Annem hala sancı hissetmiyordu. Odaya çıkıp beklemeye başladık; doktora göre öğlene kadar bekleyecektik. Yarım saat sonra sancılar başladı; annem nefes egzersizlerini yapmaya başladı, babam ona direktif veriyordu. Bir süre sonra sancılar şiddetlenmeye başladı. Annem aralarda keşke daha fazla nefes çalışsaymışım, olmuyor, nefesi karnıma gönderemiyorum diyordu. Bir yandan da tvdeki "yemekteyiz" programına anlamsız, sonradan hatırlamayacağı kritiklerde bulunuyordu. 5 cm. açıklığa erişince nihayet kurtarıcı geldi, şeker bir anestezi doktoru anneme epidurali vermek üzere. Annem sancı gelince "geliyooor, geldiii, durun", geçince "devam edebilirsiniz" diyordu. Saat 2.30 sularıydı.

Epidural etkisini gösterince öyle bir güzel olduk ki... Ben bile uykuya geçtim bir ara; dozu düşürdüler de uyanıp işime tekrar koyuldum. Doğum süresi kısalmaya başladı: sabah 8-9 arası diye tahmin ediliyordu. Annem artık anneannem ve dedeme haber verelim, dedi. Haberi verir vermez tam hız hastaneye koştular. Anneannem tedirgindi. Herkes suskundu. Annem ve ben biraz dinlenmeye çekilmiştik.

50 dakika sonra epiduralin etkisi yavaştan geçmeye başladı. Doğum iyice hızlandı. Babam fotoğrafçımıza ve kordon kanı bankasının görevlisine son durumu iletti. Doktor amcam da uçarak hastaneye yetişti. Saat 4.40da odada planlar yapılıyordu. 5'e 10 kala doğumhaneye girdik; 5.26'da 6 ıkınma sonrasında, 3370 gr ağırlığında 51 cm. uzunluğunda bir aceleci bebek olarak doğmuştum.

Babamın tüm dilekleri gerçek oldu; annem ile aynı gün doğmuş oldum, hem de onları hiç üzmeden.

İlk muayenemden sonra beni annemin sıcacık bedeniyle yeniden buluşturdular. Soğuk, aydınlık, nefes almam gereken bu dünyada inanılmaz derecede korkarken, annemin tanıdık kokusu ve sesi beni sardı; ilk sütümü aldım keyifle. Artık yeni dünyam için hazırdım.

Banyomdan sonra odamıza gelince, ilk gördüğüm, annemin sanki bunca saat uykusuz kalmamış, doğum yapmamış gibi enerji dolu hali ve babamın mutluluktan yerinde duramayan kıpır kıpır hali. Evin büyükleriyse çocuklar gibi heyecanlılardı.

Annem, doğumhaneden çıkarken...

Odada babaannemle annem beni beklerken...

Babacım ve annecim mutlu ve heyecanlı.

İlk heyecan...

Babacım nasıl da seviyor beni.

Anneannecimin kucağında.

Dedem beni öperken.


Artık biraraya geldik. Birkaç saat öncesine kadar seslerden, titreşimlerden ibaret bir ilişkimiz varken, şimdi görebiliyor ve birbirimize dokunabiliyoruz. Kader kısmet, teşekkürler...


Annem der ki; mutluluğun resmini çizebilirmişim.

Annemin karnında...



Annemin karnındaki hikayemle başlamak istiyorum.

Annem ve babam varlığımı öğrendiklerinde sevinçten ağlamışlardı. Babam askerdeydi o sıra; annem de yoğun iş temposunda bunalıyordu. Varlığım onlara bir sürpriz, bir neşe kaynağı oldu.

Koşarak doktora gittiler; annemin doktoru sevgili Kağan amcaydı. Bizimle 40 hafta boyunca maratonu sağlıklı ve mutlu biçimde bitirmemizi sağladı. Kendisine çok teşekkür ediyoruz.

İlk 12 hafta annemle ben başbaşaydık; birbirimize iyi bakıyorduk. Annem yoğun çalışıyordu, eve gelince de sürekli uyuyordu; ben de annemi bulantı gibi şeylerle rahatsız etmiyordum. Annem bazen gereksiz strese girdiği de oluyordu; bu halleri beni geriyordu tabii. Sonra beni düşünüp hemen kendini toparlıyordu.

Babamın da aramıza katılmasıyla daha mutlu olduk. Varlığımı, diğer sevdiğimiz kişilerle paylaşmaya başladık. Mutluluğumuz paylaştıkça büyüyordu. Annemle babamın ellerinde ultrason fotoğrafları, ceplerinde her ay yenilenen kısa filmlerim kapı kapı geleceğimi müjdeliyorlardı; herhalde birçok insanı da baymışlardır bu süreçte.

Mutluluğun katbekat artması, annemin yakın arkadaşlarının da peşpeşe arkadaş getireceği haberiyle gerçekleşti. Ben Nisan'da dünyaya gelecektim; arkadaşlarımsa Mart, Mayıs, Haziran ve Temmuz'da.

19 Nisan duedate olarak görünüyordu. Yani, annemle aynı gün doğma olasılığım yüksekti. Babam bana ilk günlerden itibaren telkinlerde bulunmaya başladı: "15 nisanda doğ bebeğim, 15 nisanda doğ bebeğim" diye. Oysa annem o günü sancı çekmek yerine anne olarak kutlamayı yeğliyordu. Hangi gün doğacağımı zaman gösterecekti; kader kısmet...

Annem o aralar patates kızartmasına bayılıyordu, yoksa ben mi? Zamanla meyveye düşkün olmaya başladık; nar, kestane, ayva en sevdiğimiz sonbahar meyveleriydi.

Annem haliyle kilo almaya başladı; başlarda da sıkıntı yaşamadığından kilo da vermemişti. Hedef +14 kiloydu. Annemin aldığı kilolar çevresindekilerce takdir edilir oldu; yüzü aydınlanmıştı, aldığı kiloları belli etmiyordu, tümü göbeğine ve sonra da sırtına depolanıyordu. Hatta bu görüntü cinsiyetim hakkında spekülasyonlara neden oldu çok uzun bir süre.

Bizim ev, babaannemler ve anneannemler olmak üzere üç evde de "kız olsun" dileği vardı. Annem hep ilk çocuğunun kız olmasını istermiş (demek ki ortada abla olma olasılığım var), babamsa her bir kız kardeş istermiş, olmamış. Anneannem kız olsun ki, rahat büyüsün der dururdu; babaannem ve dedem de kızımız olmadı, kız torunla çok mutlu oluruz diyorlardı. Bir yandan annemin içi tuhaf oluyordu; ben hissedebiliyordum: kız ya da erkek, göbeğini okşarken birinden diğerine seçim yapmayı aklından geçirmiyordu.

Cinsiyetimin %99.9 belli olmasıyla birlikte minik minik hazırlıklar başladı; anneannem güzel şeyler ördü, nefis şeyler diktirdi; babaannemse harika kıyafetler hediye etti bana. Annemle babam ağırdan almayı tercih ettiler; çünkü önce anne-baba olmayı öğrenmeleri gerekiyordu.

Bu çabayla, çeşitli araştırmalar yaptılar; kurslara katıldılar. Amerikan Hastanesi'ndeki kursla başladı önce, yetmedi; Ayşe teyzemin seminerlerine katıldılar. Olayı o kadar ciddiye almışlardı ki, üniversitede derslere devamsızlıktan kalan babam bile her haftasonu hazır ve nazır durumdaydı. Nefes egzersizleri, banyo ve ilkyardım uygulamaları derken epey şey öğrendiler. Öğrenme bahane; bir çift olarak ortak şeyler paylaşmaktan, diğer ailelerle buluşmaktan keyif alıyorlardı.

Bu buluşmalarla birlikte, zaman ilerliyordu. Odamın hazırlığı için vakit gelmişti. Onlar pratik şekilde bir tasarım hayal ederlerken, ortaya tamamen "baby girl" bir oda ortaya çıktı. Onlar da bu noktaya nasıl geldiklerini anlamadılar; hala da anlamış değiller.

Bir diğer önemli konu ise normal doğumu başarıyla ve rahatlıkla yaşayacakları bir ortam bulmaktı. Doktor amcam bizimkilere birkaç alternatif sundu; son ana kadar bir seçim yapamadılar.

Annemin iş ortamı hala stresliydi; koordinasyon, zaman baskısı gibi faktörler işini zorlaştırıyordu. Ve bu histen kaçmak için en güzel yöntem, beni sevmekti. Her akşam eve geldiğinde, herşeyi unutuyor, yalnız ve yalnız beni düşünüyordu. Elleri sürekli göbeğindeydi; benimle saklambaç oynuyor, sohbet ediyordu. Güzel vakit geçiriyorduk. Misler gibi de uyuyorduk birlikte. Babam her akşam telkinlerine artırarak devam ediyordu: "15 nisanda doğ kızım"; "ba-ba-ba-baa-ba-ba" gibi.

Baharın yaklaşmasıyla birlikte annem ve ben çileğe düşkün olduk. Her akşam koca bir tabak yemeden duramıyorduk.

Annemin karnındayken diğer sevdiğim şeyler Nutella, muz, süt ve dondurma idi. Hele Kağan amcama gittiğimiz her ay Şükran Hemşire'nin ikram ettiği dondurma.. hhmmm.. nefisss...

Vakit yaklaştıkça, Kağan amcam anneme son kararını sordu: normal doğumla devam edecektik; sağlık ve kararlılık açısından bir manimiz yoktu. Annem 37 haftamızı doldurduğumuzda izin aldı; artık evimizde benim gelişimi bekleyecektik.

15 Nisan 2009 Çarşamba

Dünyaya geldim...

Merhaba Dünya,

Ben Balca Misis; artık sesimle, bedenimle, ruhumla seni hissediyor ve yaşıyorum.

15 Nisan 2009 saat 05:26 itibariyle seninleyim. Benim gelişimle birlikte bir AİLE olduk. Annemi ANNE, babamı BABA yaptım. Ve daha birçok yolumu gözleyeni hasretlikten kurtardım.

Sana geldim, Dünya. Yaşamaya geldim. Mutlu olmak, mutlu etmek için...